5 Ağustos 2014 Salı

Ege'den Notlar


Bu zamana kadar hiç tatil yazısı yazmamıştım. Bu defa eşe dosta tavsiye olsun, kendime fotoğrafların haricinde de anı olsun diye yazmaya karar verdim. Belki bir yapılacaklar listesi de olabilir. O zaman bayram tatilinden istifade yaptığımız İzmir - Çeşme - Ayvalık - Cunda turumuzdan notlarla baslayalim. 


Listenin ilk sırasında  "bayram tatili öncesinde trafiğe çıkmamak" olsun hele ki kendi aracınızla asla! Bunu yeni mi anladınız derseniz bir musibet bin nasihatten iyidir derim. Bizim gibi gece 3.30’da çıkalım insanlar nasıl olsa bilmem kaçıncı uykusundadır da demeyin. Burası Türkiye herkes herkesten akıllı! Sonra bizim gibi İstanbul’dan İzmit’e, Ankara - Yalova yol ayrımına tam 6 saatte varırsınız. Ya da bir nebze de olsa kolaylık olsun derseniz arabalı vapur en ideali. 
Listenin ikinci notu "Otel, pansiyon araştırırken sadece internettekilerle sınırlı olduğunu düşünmeyin." Hele ki bizim gibi bir gün öncesinde karar verdiyseniz, tatil için internetten bulacağınız otel, pansiyon vs. hepsi dolu oluyor. Ama ona rağmen illa ki buluruz hiç olmadı arabada uyuruz diyen çılgınlardansanız merak etmeyin beklediğinizden çok daha güzel yerler bulabiliyorsunuz. Şahsen bizim öyle oldu.


Sabah 3.30’da başlayan yolculuğumuz akşam 19.00 gibi İzmir’de son buldu. Önce İzmir’de kısa bir mola ile Alsancak, Kordon turu, biraz atıştırmalık birkaç fotoğraf ardından yine yola koyulduk. Ve 23.00 sularında nihai rotamız Çeşme merkeze vardık. Ve ilk müsait yere park edip otellerin, pansiyonların olduğu bir sokağa girdik. Ve ilk uğradığımız adres Otel A sakinliğiyle, temizliğiyle boş odası ve makul fiyatıyla kalbimizi kazandı. Beklentisi çok yüksek olmayan, oda kahvaltı olsun ama tabi ki temiz olsun aile ortamı olsun diyenlerdenseniz kesinlikle tavsiye ederim. 30 yıllık eski bir bina, sahibi emekli İngilizce öğretmeni bir bayan ve eşi. Kahvaltıdan sonra oturup size Türk kahvesinde seve seve eşlik edecek türde insanlar. Keza çalışanları da öyle. Kahvaltının verildiği limon ağaçlı bir bahçesi ve bir de Çeşme marina manzarasına sahip terası var.


Otelimize yerleştikten sonra Çeşme’de adım başı bulabileceğiniz Kumrucu Şevki ile yenilecekler listesine başladık. Yani "Çeşme’nin meşhur kumrusunu yemeden dönmeyin." listemizin üçüncü sırasını oluştursun.

Ertesi gün Çeşme’nin beachleri ve happy hourları ile meşhur olan Aya Yorgi Koyu'ndan bir beach seçip yorgunluk atma günü olsun dedik. Biz İstanbul’dan bildiğimiz Babylon’un beachini tercih ettik. Çok da memnun kaldık. Giriş, hafta içi kişi başı 40, hafta sonu 50 TL. Maalesef bu ücrete yemek içmek dahil değil. Ama etrafta Paparazzi, Sole Mare gibi ayni ücrete yemeğin ya da içkinin dahil olduğu mekanlar da var. Bizim Babylon Beach’i sevmemizdeki neden çok kalabalık olmasına rağmen hengamesi olmaması, çalışanların ve insanlarının rahat olması, herkesin kendi halinde olmasıydı. Kum yerine çim olması da büyük rahatlık. Denizden çıktım kum oldum, güneş kremi sürdüm kum oldum gibi bir derdin yok. Dilediğince uzanıp çimlerin keyfini çıkarabilirsiniz. Denizi ise yine kumlu değil taşlı. O yüzden iskeleden girerseniz sorun yok. Tabi işin bir de yemek, içmek kısmı var. En az girişe verdiğiniz kadar kişi başı yemeğe, içmeye de vereceğinizi hesaba katarsanız iyi olur. 17.00’den sonra başlayan happy hourda ise alkollü içecekler %25 indirimli oluyor. Müziğin sesi yükseliyor parti başlıyor... Bu da dördüncü notumuz olsun, "Aya Yorgi Koyu’nda bir beache gidin." Hangisi olduğu fark etmez hepsi ayni koy içerisinde, karşılıklı bakıyor.


Akşam yemeği için Çeşme’nin içine döndüğümüzde önce Çeşme’nin meşhur midye dolmacılarından İbrahim Usta’da hunharca midye dolmalarımızı yedik. Ara sokakta sadece midye dolma restaurantı da olan İbrahim Usta'yı, basında çıkmış reklamlarının, gazete yazılarının yer aldığı seyyar arabalarından tanıyıp yol üstünde de atıştırabilirsiniz. Sonrasında adres, yine ara sokakların birinde çok lezzetli mezeler eşliğinde sardalyaların en tazelerini yediğimiz ama maalesef adını hatırlayamadığım, aile balık evi olan bir restaurant. Beşinci notumuz da "Çeşme'de midye dolmanın ve balığın en tazesini, en lezzetlisini yemeden dönmeyin."

Altıncı not ise bir sonraki gün gittiğimiz ve çok ama çok beğendiğimiz Ilıca Plajı hakkında "Kesinlikle Ilıca Plajı'na gitmeden dönmeyin." Türkiye’nin en güzel plajlarından, incecik beyaz kum, berrak bir deniz ve birlikte yüzdüğünüz küçücük balıklar. Hemen yanında Çeşme Sheraton otelinin bulunduğu bir halk plajı Ilıca Plajı. 2 şezlong ve 1 şemsiyeye 40 TL verip tadını çıkarmanız mümkün. Ama her beachde ya da plajda olduğu gibi denize sıfır yerlerin rezervasyon olduğunu söyleyip sizi arkalara almaya çalışacaklardır. Yılmayın, benim gibi çeneniz biraz kuvvetliyse gayet de en önden denize sıfır bir yer kapmanız mümkün. Hemen kumsalın arkasında sıralanmış ufak tefek restaurantlarda da balık, midye tava, gözleme bulmanız mümkün. Denizinden midir tazeliğinden mi bilinmez orda da yediğim her şeyin tadı hala damağımda J

Biz yemek olarak genelde nam salmış restaurantlar yerine küçük esnaf tarzı, aile yeri olan yerleri seçtik hem yiyeceğimiz şeyler aynı olacağı halde katbekat mislini vermemek için, hem samimi ortam olsun sahibiyle, annesine babasına yardım eden çocuğuyla, Ege insanının kendine has sıcaklığını yakalayalım da iki laflayalım diye.

Tabi tercihimizin böyle olmasına rağmen, bunun tam aksi adresi Alaçatı’ya da gitmeden olmazdı. O zaman listemizin yedinci notu "Alaçatı'ya gitmeden dönmeyin." kafeleri, barları, balıkçı restaurantları, dar sokakları, butik mağazaları, hediyelik eşyacıları ve tabi ki kaçınılmaz ve inanılmaz kalabalığı ile Alaçatı... Bir de antikacıları... Gerçi bulmamız biraz zor oldu, eski yerlerinden taşınmışlar, ama ilginiz varsa o kadar arayıp bulduğunuza değecektir emin olun. Alaçatı’yla özdeşleşmiş sörf sporunu yapmasanız bile yapanları izlemek de bu notun içerisinde yer almalı.

Çeşme’den sekizinci notumuz ise tabi ki yemeden ve hatta eşe dosta getirmek için almadan dönmemeniz gereken "Damla sakızı ve ürünleri." damla sakızlı Türk kahvesi, damla sakızlı dondurma, kurabiye, reçel diye uzayıp gidiyor liste. Bunlar için bizim tercih ettiğimiz adres 1945’ten buyana bu işi yapan Çeşme Rumeli Pastanesi’ydi, çok başarılılar.
Eş dost demişken, sadece yeme-içme değil tabi ki götürebileceğiniz hediyeler ya da kendinize saklayacabileceğiniz hatıralar. El işleri, kapı süsleri, magnetler, abajurlar, avizeler, incik boncuklar diye bu liste de uzuyor. Bana sorarsanız, ben ne tercih ettim diye; şile bezinden elbise, nazar boncuklu birkaç bileklik, kolye, magnetler, damla sakızı, damla sakızlı kahve, nihale, birkaç melek biblosu ve 8 tane kitap J Şöyle ki Çeşme çarşıda bir kitapçı reklam amaçlı kitap günleri başlatmış ve tüm kitapları 3 TL’ye indirmiş. Biz de fırsattan istifade ettik J

Ve artık rotamızı kısa süreliğine de olsa Cunda’ya çevirme zamanı gelmişti. Yine yollara vurduk kendimizi ve yine bir otelde rezervasyonumuz yoktu ama bu defa Çeşme’deki kadar kolay olmadı bulmamız. Özellikle sahile yakın bir yer aradık ve sonunda Cunda Dilmen Otel’i bulduk, hem sahile yakın hem de Cunda merkeze ama tabi ederi de normalden fazla… Odaları geniş ferah, odalardan kumsala açılan kapılar her şey gayet iyiydi fakat Cunda’nın denizi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim özellikle Ilıca’dan sonra... Kirli, yosunlu ve dalgalıydı. Genelini bilemeyeceğim ama bize öyle denk geldi belki de. 
Tatil notlarının dokuzuncusu olan Cunda’dan ilk notumuz; "Cunda illa ki görülmeli" ama uzun bir yaz tatili için mi yoksa hafta sonu iki günlük bir kaçamak yeter mi? Bence yeter. Belki denizinin güzel olduğu dönemlerde daha uzunu olabilir ama gezmek görmek, yemek içmek için iki gün yeterlidir kanımca. Şahsen bize yetti.

Öncelikle, Ege denizinde bize ait olan 4. Büyük ada Cunda Adası'ndan kısacık bahsetmek isterim. Diğer adı Alibey Adası olan ada, o adını Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlılar’a teslim olmayıp mücadelede ilk ateşi eden Ali Bey'den alıyor. O yüzden belki de günümüzde doğallığını yitirmemek adına mücadeleye devam ediyor Alibey Adası. Ayvalık’tan Cunda’ya giderken üstünden geçilen ufak renkli köprü de Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü olmasından dolayı önem arz ediyor.




Cunda’nın dar, Arnavut kaldırımlı taş sokakları, eski Rum evleri, fotoğraf meraklıları için biçilmiş kaftan. Oymalı kapıları, panjurlu camları, Cunda’da en çok sevdiğim detay oldu galiba bir de ev yapımı şarapları. Fakat görülmesi gereken yerlerden olduğu söylenen Rahmi Koç Müzesi'ne gittiğimizde kapalıydı maalesef. Ertesi gün de aklımıza gelmedi açıkçası ama siz gidip görün sonra bana anlatın J

Cunda'da sahil boyunca dizilmiş, irili ufaklı takalar, tekneler, karşı kıyıdaki Ayvalık manzarası, sahil boyunca uzanan balıkçı restaurantları eşlik ediyor size. Ve yine yapılacaklar listesine lezzetler ekleniyor Cunda’da. Böylece onuncu notumuz, "çerez niyetine yenen küçük papalina balığı, leziz mi leziz kalamarlar, karidesler, deniz börülcesi…" Sahildeki restaurantların hepsinde bulabileceğiniz lezzetler. Ama özellikle kalamar için, sahilde kokusuyla sizi davet edecek o balıkçı teknesine mutlaka gidin J





Ada'da yaşam bu teknenin adı gibi "Harika" olsa gerek.







Listemizin on birinci sırasında, başka bir lezzet "ada lokması" yer alabilir. İzmir lokmanın ada versiyonu. Fark yapımındaki performansta. Yapan ustanın meşhur olduğunu, tüm gün boyunca arkasındaki ekranda dönen kendisiyle ilgili haberlerden, fotoğraflardan ve lokma almak için uzayıp giden sıradan anlayabilirsiniz.
Listenin son ve en güzel notu "Taş Kahve." Cunda manzarasına karşı damla sakızlı kahvenizi ya da dibek kahvenizi içerken, tatilin tadını yudumladığınızı hissedeceksiniz. Ve hatta Taş Kahve’den zeytin, zeytinyağı, zeytinyağlı sabun almak isteyeceksiniz.
Ardından dönüş yoluna geçtiğinizde Ayvalık’ta Ayvalık tostunuzu yerken ya da Susurluk Yörsan tesislerinde çiğ börek, pide, tost, ayran hepsinden azar azar benim yerime de yerken yine bir tatilin ne çabuk geçtiğini düşüneceksiniz. Bu da dip not olsun ;)









Tatil tadında hayatlar dileğiyle.