“Bir elinizden çoçuğunuz ayrılırken,
diğer elinizden çoçukluğunuz tutacak”
diyerek çıkacağımız yolculuğun biletini veriyor bize Oyuncak Müzesi'nin broşürü. Bizim
elimizden ayrılacak çoçuğumuz yoktu belki bu yolculukta ama koşarak döneceğimiz kadar özlediğimiz
çoçukluğumuz vardı. Neyse ki Apollo karşılayarak yetiştirdi bizi çoçukluğumuza.
Ama bu defa Neil Armstrong değil Sunay Akın’dı pilotumuz bu renkli yolculukta.
Resim yazısı ekle |
Resim yazısı ekle |
Tam o küçük
dünyamızın büyük işgalcilerinin farkına varmakla hayal kırıklığına uğramışken
karşımıza çıkan ilginç oyuncaklarla unuttuk hepsini çoçuklar gibi.
Resim yazısı ekle |
Almanya’nın
bu öncülüğü “Oyuncak Müzesi”nin geneline hakim aslına bakılırsa. Almanya’nın tarihimizdeki sosyal,siyasi önemi gerçeklerden önce düşlerdeki hakimiyete
dayanıyor yani. Oyuncakların büyük bir kısmı ya Alman yapımı ya da ilkler onların elinden çıkmış genelde. Güçleri çoçuklara vaad ettikleri dünyadan geliyormuş
anlaşılan.
Tam tarihte ilerleyip çoçukluğumuza yaklaşmış, ilk oyuncaklarımızla buluşmuş, ilk
bebeğimizi kuçaklamış, ilk arabamızı sürmüşken bu defa da ABD hakimiyet
bayrağını çekti oyuncaklarımıza.
Resim yazısı ekle |
Ama artık Edi
ile Büdü’yü izlerken olduğu gibi koparmıştık hayatla bağlarımızı.
Geride bıraktık bayrakları ve koştuk kollarını açmış bizi sarmayı bekleyen Micky Mouse’a.
Hala bir gün Disneyland’a gidip görmeyi hayal ettiğim Micky 1930 yılında
bez bebek olarak dünyaya gelmiş.
Sonra Disney,
vitrinlerde gördüğü bu bez bebeğe can vermiş.
O zaman iyi ki doğmuş Micky.
Geride bıraktık bayrakları ve koştuk kollarını açmış bizi sarmayı bekleyen Micky Mouse’a.
Hala bir gün Disneyland’a gidip görmeyi hayal ettiğim Micky 1930 yılında
bez bebek olarak dünyaya gelmiş.
Sonra Disney,
vitrinlerde gördüğü bu bez bebeğe can vermiş.
O zaman iyi ki doğmuş Micky.
Resim yazısı ekle |
Derken Temel Reis’e döndük yüzümüzü ağzında purosuyla
ıspanağın gücünü sergiliyordu özellikle ıspanak sevmezlere. Ama Safinaz yoktu bu defa yanında. Oysa beni
gücünden çok Safinaz’a olan aşkı heyecanlandırmıştı hep. Orda öğrendim ki Temel Reis’in bir gözü
görmüyormuş. Ben nasıl bilmezdim ki bunu. En son üç tane çoçuklarının bile
olduğunu bilirken.
Temel Reis’ten
ayrılıp bir uzay üssünde bulduk kendimizi. Apolla’dan
Sputnik’e , gerçeklere ışık tutan düşlerin üssünde...
Daha önce Sunay
Akın’ın bir söyleşisinde dinlediğim hikayenin kanıtları çekti ilgimi öncesinde. Ali Ateş
1960’ların başında ilk oyuncak uçan dairelerden birine sahip bir çoçuk. Gece
uçan dairenin ışıkları ile aydınlanmak için lambaları kapatır ve bütün
mahallenin bu gurur verici oyuncağı görmesini sağlarmış. En az Ali kadar gururlanan
babannesi, torununun uçan dairesine eskimesin diye bir kılıf bile dikmiş. Fakat
50 yıl önceki bu girişimler hala gerçeğe dönüşememiş düşler olarak kalmış
tarimizin tozlu sayfalarında.
Uzay üstüne
uğrayıp da E.T’yi görmeden olmazdı tabi.
1982 yılında bir film kahramanı olarak karşımıza çıkan E.T Pascal Kamar tarafından üretilmiş bir oyuncakmış aslında. Fakat üreticisinin E.T’den önce yaşadığı ilginç bir üretim deneyimi varmış. 1962 yılında Amerikan başkanı Kennedy’nin sallanan koltukta gazete okuyan bir oyuncağını üretmeye başlamış.
Koltuk sallandıkçada müzik kutusunda da “Happy times are here again” çalıyormuş. Fakat Kennedy’nin uğradığı suikasttan sonra oyuncağın üretimi durmuş. Sonrasında da Kamar E.T’ yi çıkarmış ortaya. E.T’yi, Star Wars’dan Uzaylı Zekiye’ye kadar belleğimizde yer etmiş, bir uzaylının nasıl olduğunu anlatan hikayeler izledi.
Derken işte tam da oraya vardık sonunda. Hepsi burdaydı. Benim bebeklerim, kağıttan giysilerim, kartondan evlerim...Hangi bir anımı hatırlasam şaşırmıştım. Gazetelerle verilen karton evler, kağıt giysiler için anneme her gün “O gazeteyi alma bugün bunu al olur mu?” diye tembihlerimi mi, yurtdışına giden akrabalara bebek siparişlerimi mi, hala sakladığım kıymetlilerimi mi.
Resim yazısı ekle |
Resim yazısı ekle |
1982 yılında bir film kahramanı olarak karşımıza çıkan E.T Pascal Kamar tarafından üretilmiş bir oyuncakmış aslında. Fakat üreticisinin E.T’den önce yaşadığı ilginç bir üretim deneyimi varmış. 1962 yılında Amerikan başkanı Kennedy’nin sallanan koltukta gazete okuyan bir oyuncağını üretmeye başlamış.
Koltuk sallandıkçada müzik kutusunda da “Happy times are here again” çalıyormuş. Fakat Kennedy’nin uğradığı suikasttan sonra oyuncağın üretimi durmuş. Sonrasında da Kamar E.T’ yi çıkarmış ortaya. E.T’yi, Star Wars’dan Uzaylı Zekiye’ye kadar belleğimizde yer etmiş, bir uzaylının nasıl olduğunu anlatan hikayeler izledi.
Derken işte tam da oraya vardık sonunda. Hepsi burdaydı. Benim bebeklerim, kağıttan giysilerim, kartondan evlerim...Hangi bir anımı hatırlasam şaşırmıştım. Gazetelerle verilen karton evler, kağıt giysiler için anneme her gün “O gazeteyi alma bugün bunu al olur mu?” diye tembihlerimi mi, yurtdışına giden akrabalara bebek siparişlerimi mi, hala sakladığım kıymetlilerimi mi.
Resim yazısı ekle |
Hepsi aynıydı, hepsi oynamak için beni çağırıyordu hala.
Tek bir şey
hariç; bebek evleri. Hep ihtişamlı gelirlerdi ama burdakiler bi
faklıydı. Çok katlı, çok odalı, çok
detaylı... Bütün bebeklerimi alabilecek, hepsini ayrı odalarda ağırlayacak
kadar büyüklerdi. Oysa çoçukluğumda bunlar da küçüktü benim gibi. Ya da onlar
farklı bunlar farklıydı. Biz bunlardan habersizdik belki de bunlarla oynayan
sadece Candy ve Heidi’ydi.
Resim yazısı ekle |
Ama yine de
bunlardan biri benim olsun istedim.
Benim bebeklerim artık yaşlanmış
olsalar da
bu banyolarda yıkanmak onlarında hakkı ama değil mi?
Resim yazısı ekle |
Sırasıyla
Teddy Bear, Kedi Felix, Cin Ali, tren vagonu, tahta beşik uğurluyor bizi. Tam yolculuğumuz bitti diye hüzünlenmeye başlıyoruz çıkışta bekleyen son sürprizden habersiz. Tüm bu
anlatılanları ölümsüz kılmak için, Oyuncak Müzesi’nin hatıra parasını basmak
için bir makine bizi bekleyen. Tabi öncesinde biz para atıyoruz, sonrasında başlıyoruz kolu
çevirmeye. Biraz zor oluyor derken hop ayıcık baskılı bir paramız oluyor günün anısına.
Paramızı alıp son son resimlerimizi de çekip bir kez daha geride bırakıyoruz
çoçukluğumuzu. Bir daha arayı bu kadar açmamak şartıyla el sallıyoruz bir
birimize...